ALTAYLARDAN KIBRIS’A UZANAN TÜRK İZLERİ | TURKISH TRACES STRETCHING FROM ALTAI TO CYPRUS

Özet

Ön-Türklerin tarih öncesi çağlardan itibaren Altaylardan kalkıp Kafkaslara, Anadolu’ya, Akdeniz kıyılarına kadar ulaştıklarını ve gittikleri yerlerde yazılı-sözlü izler bıraktıklarını pek çok bilim insanı tahmin etmektedir. Bu tahminler elbette ki somut delillerle kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Kurganlar, kurganlardan çıkarılan birtakım eşyalar, bu eşyaların üzerindeki semboller ve yazılar, ölü gömme adetleri vb. bazı işaretler bu somut delillerin içerisindedir. Bu çalışmada da Ön-Türklerin Kıbrıs’taki izleri yukarıda sıralanan somut veriler ışığında sürülecektir. Böyle bir hipotezin ortaya atılmasında özellikle Kıbrıs Hece Yazısı olarak adlandırılan Demir Çağına ait bir yazının ortaya çıkması önemli rol oynar. Kıbrıs Hece Yazısı’nın Göktürk alfabesi ile okunabilmesi ve anlamlandırılabilmesi de bu hipotezimizin doğruluk oranını artırır. Kıbrıs’ta yapılan kazı çalışmalarında çıkarılan atlı araba (cenaze arabası), üzerine turna kuşu motifi işlenmiş, yakılan ölülerin küllerinin konulduğu kaplar, ölüleri gömme adetleri, semboller gibi başlıklar altında Altay bölgesi ile Kıbrıs kurganları karşılaştırılmış olup büyük ölçüde benzerlikler keşfedilmiştir. Bu karşılaştırmayı yaparken Altaylardaki tarih öncesi kültür çevreleri ve kurganları hakkında yapılan çalışmalar ile Kıbrıs tarih öncesi kültür çevresi ve kurganları hakkında yapılan çalışmalar dikkate alınmıştır. Bu aşamada başyapıt niteliğindeki eser “İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi”, son dönemde Altaylardaki arkeolojik çalışmaları kapsayan  “Türk-Altay Kuramı” adlı eser, Türklere ait bütün kurganları içine alan ait “Türk Kurganları” adlı eser, yine bu konu ile ilgili son dönem yapılan doktora tezleri yol gösterici olmuştur. Kurganlardan çıkarılan somut verilerin görsellerinden yararlanılmıştır. Ele alınan konu disiplinler arası bir yaklaşımla Tarih, Türkoloji ve Arkeoloji gibi bilim dallarının sarmalında değerlendirilmiştir.

Abstract

Many scientists estimate that the Proto-Turks set out from the Altays and reached the Caucasus, Anatolia and the Mediterranean coasts from prehistoric times, and left written and oral traces in the places they went. Of course, these predictions are being tried to be proven with concrete evidence. Kurgans, some items removed from the kurgans, symbols and inscriptions on these items, burial customs and some similar signs are among these concrete evidences. In this study, the traces of the Proto-Turks in Cyprus will be traced in the light of the concrete data listed above. The emergence of an Iron Age script, called the Cyprus Syllable Writing, plays an important role in putting forward such a hypothesis. The fact that the Cyprus Syllable can be read and interpreted with the Göktürk alphabet increases the accuracy of this hypothesis. The Altai region and Cyprus royal tombs were compared under titles such as the horse-drawn carriage (funeral carriage) unearthed during the excavations in Cyprus, the vessels with the crane bird motif on it, the ashes of the cremated dead, burial customs and symbols, and similarities were discovered to a great extent. While making this comparison, the studies on the prehistoric cultural environments and kurgans in the Altai and the studies on the prehistoric cultural environment and kurgans of Cyprus were taken into account. At this stage, the masterpiece work “History of Turkish Culture Before Islam”, the work called “Turkish-Altaic Theory”, which covers the archaeological studies in the Altays in the recent period, the work called “Turkish Kurgans”, which includes all the kurgans belonging to the Turks, and the latest work on this subject. doctoral dissertations made in the period have been a guide. The visuals of the concrete data extracted from the kurgans were used. The subject discussed has been evaluated in the spiral of science branches such as History, Archeology and Archeology with an interdisciplinary approach.

Keywords: Proto-Turks, Kurgans, Cyprus Syllable

“Türkler, dünya tarihinin neresinde?” sorusu birçok araştırmacı tarafından cevabı aranan, bulunmaya çalışılan bir sorudur. Her millet, kendine bu soruyu sorup, bunu dert edinir mi yoksa bilerek kurcalamak istemez mi? Köklerini arayan milletler ya da köklerinin ne kadar eskiye dayandığını öğrenmeye çalışan milletler elbette bu soruların peşine düşer. Tarihinin ne kadar eskiye uzandığını görmek, bu eski tarih yaşanırken ya da yazılırken hangi coğrafyalarda izler bırakıldığını görmek, her araştırmacı için doğal bir araştırma sebebidir.

Türklerin tarihe, dünya tarihine katkıları küçümsenmeyecek kadar çok, kökleri kesinlik kazandırılamayacak kadar eskiye dayanır. Öyle ki Türklerin tarihi ve kökeni konusu sadece Türklerin kendisini değil pek çok yabancı araştırmacının da merakını uyandırmış ve bu sebepten de kıymetli Türkologlar yetişmiştir. Rus, İngiliz, Alman, Fransız, Danimarkalı, Çinli, İtalyan, İskandinavyalı vb. pek çok farklı ulusa ait araştırmacılar Türkler ile ilgilenmişler ve kıymetli eserler ortaya koymuşlardır. Bunun tek sebebi elbette ki Türk seviciliği değildir. Kendi uluslarının tarihi hakkında bilgi sahibi olmak da vardır. Çünkü Türkler, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, birçok milletle ilişki içerisinde olmuştur. Romantik birtakım düşüncelerin aksine herkes Türk değildir yalnız Türkün her yerde izi vardır, düşüncesiyle Türk tarihi, dili, coğrafyası, arkeolojisi, antropolojisi gibi pek çok bilim dalının birlikte ve aynı önemde ele alınması gerekir. Türklük için ortaya bilimsel bir çalışma koymak amaçlanıyorsa bütün bu bilim dallarına önem verilmeli ve disiplinler arası bir çalışma yapılmalıdır. Bugüne kadar olduğu gibi bu bilim dallarından birini bile göz ardı edersek yapılan araştırma eksik kalır, nihayete ermez. Bu bağlamda Türkoloji eğitimi alan bir bireyin, arkeoloji, tarih, coğrafya, harita bilimi, antropoloji vb. eğitimleri de alması ve özümsemesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde kadim tarihimize sahip çıkabiliriz. Küçücük bir toprak parçası veya tarihte kısacık bir zaman dilimi bile olsa buna sahip çıkmak bize düşen görevdir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, diğer Türk cumhuriyetleri kadar önemli ve hassas olduğumuz bir noktadır. Bu önem ve hassasiyet sadece yakın tarihimizde yaşanan olaylar, savaşlar sebebiyle değil çok daha eskiye dayanan tarihsel bir bağ sebebiyledir. Öyle ki bu bağ Osmanlı Devleti döneminden de daha eskidir. Bu yorumu yapabilmek için elbette ki elimizde somut veriler olmalı daha doğrusu tezimiz bilimsel olarak da kanıtlanmalıdır.

Çalışmanın Başlıca Sebepleri

  1. Türk – Altay Kuramı doğrultusunda Ön-Türklerin yayılma alanlarını gösteren Uzun Yürüyüş haritasının bu çalışmayı desteklemesi.
  2. Kıbrıs’ta yapılan arkeolojik kazılar neticesinde gün yüzüne çıkarılan kral mezarlarının şekil ve ölü gömme adetleri açısından Türk kurganlarına benzerliği.
  3. Kıbrıs’ta çeşitli kazılarda ortaya çıkarılan objelerin üzerindeki desen ve motiflerin, Altay Bölgesi’nde kurganlardan çıkarılan objelerin üzerindeki desen ve motiflerle aynı olması.
  4. Kıbrıs’ta bulunan ve okunamayan bir hece yazısının Mehmet Turgay Kürüm adlı araştırmacı tarafından Göktürk Alfabesi ile anlamlı okunabilmesi.

Yukarıda saydığımız maddeler bu çalışmanın iskeletidir. Her bir madde kendi içinde araştırma konusudur. Makale ölçülerinde bu maddeler üzerinde durulacaktır.

  1. Türk – Altay Kuramı doğrultusunda Ön-Türklerin yayılma alanlarını gösteren Uzun Yürüyüş haritasının bu çalışmayı desteklemesi.

Yapılan son arkeolojik çalışmalar neticesinde özellikle Göbekli Tepe’nin bulunmasından itibaren dünyanın tarihinin yeniden yazılması gerekmektedir. Anadolu topraklarında herkesçe bilinen en az Göbekli Tepe kadar öneme sahip olan başka yerleşim yerleri de vardır. Buralardan toplanılan bilgiler ışığında hem Anadolu, Asya hem de Dünya tarihi değiştirilmelidir. Yapılan bütün çalışmalar birbirini tetikler, birbirine yön verir. Arkeolog Prof. Dr. Semih Güneri’nin Altaylarda yapmış olduğu çalışmalar ve Türk-Altay Kuramı tezi de bu çalışmaya yön vermiştir. 

Türk – Altay Kuramı nedir? Öncelikle bu sorunun cevabını verelim; “Türk – Altay Kuramı’nı Türk dili konuşan halkların Kuzey Asya’daki Neolitik Çağlardan (M.Ö.6. bin) Klasik Türk Dönemi’ne (M.S.1.bin) uzanan kültür tarihini arkeolojik belgeler üzerinden açıklayan, uzun zamana yayılmış uygulamalı araştırmalar sürecinin bugün geldiği son noktadır, diye tanımlıyoruz. Türk – Altay Kuramı, arkeolojik belgelerin temelleri üzerine yükseltilen Türklerin Kuzey Asya’daki erken var oluş hikâyesidir” (Güneri,2018;29)

Bu kuram doğrultusunda hazırlanan Uzun Yürüyüş Hipotezi adlı harita bize fikir vermektedir;

Görsel 1. Türk-Altay Kuramı Uzun Yürüyüş Haritası

            Yukarıdaki harita Ön-Türklerin yayılma alanlarını göstermektedir. Bu çalışma açısından önemi ise Altay Türk kültürünün izlerini Kafkaslarda, Doğu Avrupa’da, Anadolu’da ve Kıbrıs adasında sürmemizi sağlamasıdır.

“Türk-Altay Kuramı’na göre Türk dili konuşan halkların anayurt Yenisey-Lena ve Sayan-Altaylardan dünyaya yayılan göçleri dört aşamada gerçekleşti;

Birinci dalga göçler (Paleolitik-Mezolitik Göçler), Batı göç yolu, Doğu göç yolu, Sibirya’dan Amerika’ya göçler, Güney göç yolu.

İkinci Dalga Göçler erken ve Orta Tunç Çağ Göçleri: Okunyev Kültürü Yayılması,

 Üçüncü Dalga Göçler son Tunç Çağı Göçleri: Karasuk Kültürü Yayılması,

Dördüncü Dalga Göçler Demir Çağı Göçleri: Sibirya Sanatı-İskit Kültürü Yayılması” (Güneri,2018;60-74).

 Çalışmanın konusu itibariyle bizi ilgilendiren dalga, Dördüncü Dalga Göçler Demir Çağı Göçleri’dir. Bu çağda İskit kültürünün izlerini görmekteyiz. Karşılaştıracağımız mezarlar, ölü gömme adetleri, arkeolojik kazılarda çıkan eserler, bu eserler üzerinde bulunan desen- semboller, Kıbrıs Hece yazısı olarak bilinen runik yazı da bu çağa aittirler. Bu sebepten çalışmamız boyunca Demir Çağına ve İskit Kültürüne ağırlık vereceğiz. Tabi olarak Demir Çağı’nda Kıbrıs adası ne durumda idi buna da değinmek gerekmektedir. Kıbrıs Demir Çağı M.Ö. 1050-325 tarihleri arasında değerlendirilir. Ada bu dönemde en az 10 otonom devlete bölünmüştü ve üç dil konuşuluyordu: Grekçe (Greek), Fenikece (Phoenician) ve adanın yerli dili ki araştırmacılar bunu “Eteocypriot” veya “Original Cypriot” olarak adlandırmışlardır (Gözlü,2011;272). Kıbrıs Demir Çağı, üç başlık altında incelenmektedir:

1.Kibro-Geometrik Dönem (M.Ö. 1050-750)

            2.Kibro-Arkaik Dönem (M.Ö. 750-475)

 3.Kibro-Klasik Dönem (M.Ö. 475-325)

İlk dönemden son döneme kadar ada sürekli göç almıştır. Salamis Kral Mezarları olarak bilinen oda mezarları Kibro-Geometrik Dönem’e aittir. Kıbrıs Hece yazısı olarak bilinen ama çözümlenemeyen yazı da yine bu döneme aittir.

İskitlerin önemi, oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmaları, dolayısıyla da birçok farklı medeniyetle komşuluk, savaş, ticaret gibi ilişkiler içinde olmalarından ileri gelir. Türkler tarih boyunca hep teşkilatçı yapılarıyla, devlet olma, devlet kurma becerileriyle bilinirler. Bu özelliklerini kanıtlayan pek çok Türk devleti tarih kitaplarında yerlerini almıştır. İskitler de gittikleri coğrafyada devletleşememiş, dağınık halde bulunan halklara devlet kurma disiplinini kazandırmışlardır. Kendi kültürlerini bulundukları coğrafyada devam ettirmişler, diğer halklara da benimsetmişlerdir. Bu yüzden İskit tarzını, Avrupa’da, Kafkaslarda yaşayan halkların tarihlerine, kültürlerine, edebi eserlerine baktığımız zaman görebilmekteyiz. Özellikle Heredot’un verdiği bilgilere dayanarak tarihçiler şu yorumu yapar; İskitaya’yı baştan sona gezmek için en az yedi dil bilmek gerekti.

“İskitlerle ilgili en eski bilgilerden biri İlyada Destanı’nda yer alır. Onlar hakkında ‘kısrak sağan ve süt içen dürüst insanlar’ olarak söz edilir. Yine bir başka destan Odysseia’da ise Kimmerlerin Kırım ve Ukrayna bozkırlarındaki İskitlerin bazen çağdaşı bazen selefleri olduğunu gösteren dizelere rastlanmaktadır. Lesbos (Midilli) doğumlu olan ama eserini Isparta’da meydana getiren ozan Alkman, dizelerinde İskitlerle komşu olan bazı kabilelerden bahsederek, bunlardan birinin ilk mitolojik hükümdarlarından Koloksais’in adını verir. Sappho da İskitya’yla ilgili bazı olaylara ilişkin bir takım bilgiler vardır. O dönemin hamse türü şiir yazan şair ve ozanları, Kimmerlerin kumandanları Ligdamias’ın yönetiminde Efes, Magnesia (Manisa) ve Sardes (Manisa civarında) düzenledikleri saldırılardan bahsetmektedirler. Bu iki yüzyıl (VII-VI) kavşağında uzak İskitya’ya karşı duyulan aşırı ilgi o sıralar Pontus’un kuzey sahilinde ilk kolonilerin kurulmasına yol açmış, Kimmerlerin İonia-Lydia sahillerine kadar ulaşan son Anadolu istilaları da o sırada gerçekleşmiştir.

Antik Çağda İskitya’nın kuzeyiyle olan ilişkiler hiç kesilmemiştir. Ama İskitlerin Akdeniz tarihinde herhangi bir rol oynadıkları veya oynayabildikleri dönemlerde bu ilişkiler daha fazla yansımıştır. Dolayısıyla İskitlere karşı duyulan yeni ilgi kıvılcımı, onların müttefik olarak gördükleri dönemde, Pers-Yunan savaşları münasebetiyle ortaya çıkmış; ancak onların gönderdikleri buğdayın zaman zaman körfez girişinde Persler tarafından alıkonulması Hellas’ın buğday ihtiyacının karşılanmasında ciddi sıkıntılara yol açmıştır. Halikarnaslı Heredot (M.Ö.484-425) eserinde İskit tarihi değişik yerlerde Pers Yunan savaşları hakkında bilgi vermekte; özellikle IV. kitabında İskitya’nın coğrafyası, sınırları, İskitlerin oluşumu, adetleri, dinleri, kuzeydoğu kervan yolu, İskit hayat tarzına yakın bir yaşantısı olan ama İskitçeden farklı bir dil kullanan ve İskit Krallığı bünyesinde yer almayan daha kuzeydeki halkların zevklerinden de bahsetmektedir. Tüm bu bilgiler Darius’un 515/514 yıllarında İskitya’ya düzenlediği sefer dolayısıyla anlatılır. Herodot’da ayrıca İskitlerin erken tarihiyle ilgili olaylar, onların Ön Asya’ya düzenlediği seferler ve hatta VII. yüzyıl sonları ile VI. yüzyıl başlarında Mısır sınırlarına kadar uzanan yürüyüşleriyle ilgili bilgiler de yer almaktadır. Arkeolojik bulgular da onun M.Ö. IV-III. yüzyıl olaylarının birçoğunu anlatan etnografya bilgilerinin doğru olabileceğini göstermektedir. Attikalı üç büyük trajedi ustası Aeschylus, Sophokles ve Euripides, trajedilerinde İskitya ve İskitlere geniş yer ayırmışlardır. Örneğin Aeschylus’un (525-456) özellikle “Zincire Vurulmuş Promethe” de İskitlerin Azak civarında yaşadıklarından bahsetmesi, Kafkasları “İskit Yolu” yani yaşadıkları yer değil seferlerde takip ettikleri güzergâh olarak tanımlaması ve ayrıca Küçük Asyalı Khalybler’i (Kızılırmak’ın doğusunda yaşayanları) İskitlere bağlaması oldukça önemlidir ” (Grakov,2006;16-19).

Kendi dönemlerinde Avrupa, Asya ve Anadolu’da yaşayan medeniyetlerle yakın ilişkiler içerisinde olan İskitlerin Kıbrıs adasına uzanması orada da izler bırakması elbette ki şaşırtıcı değildir.  Zira Kıbrıs ile Anadolu bir diğer adıyla Küçük Asya’nın alışverişi, göçleri arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır. Bu alışveriş kimi zaman Suriye kanalıyla kimi zaman Anadolu’dan doğrudan olmuştur (Gürgen, 2017: 13-14). Anadolu kökenli obsidyenlerin Kıbrıs’ta bulunması bu bulgular arasındadır  (Şevketoğlu,2006;111-118).

  • Kıbrıs’ta yapılan arkeolojik kazılar neticesinde gün yüzüne çıkarılan kral mezarlarının şekil ve ölü gömme adetleri açısından Türk kurganlarına benzerliği.

Kıbrıs tarih boyunca birçok medeniyete eve sahipliği yapmıştır. Bu yüzden çok zengin bir arkeoloji mirası vardır. Bunun farkına varan Batılı devletler legal ya da illegal yollarla bazı kazı çalışmaları yapmışlar, adeta adanın arkeolojik mirasını yağmalamışlardır. ABD’li, Fransız, İngiliz gibi devletler bu çalışmaları yapmış çıkan eserleri ise Kıbrıs dışına çıkarmışlardır. Kazı çalışmalarının raporları olmadığı için bu alanda araştırma yapmak epey güç olmuştur. Çalışmamızın amaçladığı karşılaştırmaları yapabilmek için, bu raporların olması elbette ki daha bilimsel ve doğru olurdu. Kısıtlı olarak toplayabildiğimiz bilgiler (açılan kral mezarları ve Barnabas Kilisesi’ndeki sergilenen az miktardaki eserler) ve Metropolitan Müzesi’ndeki eserler sayesinde Kıbrıs’ta açılan kral mezarları ile Altaylardaki Türk Kurganlarını karşılaştırmaya çalışacağız. Kıbrıs’ta açılan ve açılmakta olan 70’in üzerinde mezar bulunmaktadır. Bunların 3’ünde çalışma yapılmış ve ziyaretçilere bir kısmı açılmıştır. Bu mezarlar Kıbrıs’ın Gazimağusa ilçesindedir. Eski adıyla Salamis olarak bilinmektedir. Bilgi ve görüntülerine şimdilik ulaşabildiğimiz 2 mezar üzerinden karşılaştırmamızı gerçekleştireceğiz.

İlk olarak Altay bölgesindeki ve özellikle İskitlere ait olan kurganların genel özellikleri ve ölü gömme adetleri üzerinde durmak gerekmektedir. Belli başlı bazı özellikler ve ölü gömme adetleri şunlardır;

  • Ölünün yakılması (Bu törende ölü atı, giysiler ve yanına konulan kap-kacak ile birlikte yakılır, külleri toprak bir kaba konularak mezara gömülürdü).
  • Eski Türklerin pek çok boyunda ölü giysileri hayatta iken kullandığı silahları, en sevdiği savaş atı, atın eyeri-üzengisi ve koşumları; gökyüzüne çıkarken yiyeceği yiyecekler ve gerekli kap-kacaklar ile birlikte bir mezara gömülürdü.” (Gülensoy,2011;215).
  • Kağan ailesi dışında herhangi bir İskit öldüğü zaman, ölü yakınları tarafından bir arabaya konulmakta, diğer yakınlarına götürülerek dolaştırılmaktadır.  Ölü arabasının yanlarına geldiğini görenler yemek vermektedir. Kırk gün boyunca ölüler böylece bir yakınından öteki yakınına gezdirildikten sonra kazılan mezara gömülmektedir.” (Heredot, Tarih;73)
  • Ölü daima sağına ve büzülmüş şekilde mezara bırakılıyor; bu adet MÖ erken 4.-3. bin Okunyev kültüründen geliyor ve MÖ 10. Yüzyıl Erken Tagar/İskit kültürlerinde uygulanıyor. Hatta Türklerle şimdilik hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünen Andronova kültüründe de durum aynıdır. (Güneri,2018;93)
  • Taş parçaları kullanılarak mezar üstleri dairesel kurgan örtüsüyle örtülüyor. Bu gelenek MÖ 4.bin Afanasyev kültüründen geliyor ve aynı bölgede Klasik Türk dönemine kadar kesintisiz devam ediyor. (Güneri,2018;93)
  • Altaylarda klasik Türk dönemine ait mezarlar; kare ya da dikdörtgen biçimli taş çitleri olan mezarlardır. Ölü bireye ait kemikler yakılmış olarak mezarın merkezi alanında özel bir ahşap sandık içinde ele geçirilmiştir.” (Güneri,2018;80-81)
  • Rudenko’ya göre; Doğu-Batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen şeklindeki bir mezar çukuru, defin odasının dışında, çukurun kuzey yarısında at gömüleri, taş, kaya parçalarıyla kapatılmış, alçak toprak tepe (Çoruhlu,2016;128).
  • Türk Kurganlarında mezar odasının yakınlarında araba ve tekerlek kalıntılarının olması ölünün araba ile taşınma geleneğini gösterir. Bu arabalar basit düzeneği olan, başka bir iş için kullanılmayan, dayanıksız arabalardır. Gömme işlemi bittikten sonra mezarın yakınlarında bırakıldığına göre sadece cenaze törenleri için kullanılan ve daha sonra terk edilen arabalar olduğunu anlıyoruz. Pazırık kurganları buna birer örnektir. Heredot’un Tarih adlı kitabında anlatılan İskit adetleri de bunu destekler; “Kağan ailesi dışında herhangi bir İskit öldüğü zaman, ölü yakınları tarafından bir arabaya konulmakta, diğer yakınlarına götürülerek dolaştırılmaktadır.  Ölü arabasının yanlarına geldiğini görenler yemek vermektedir. Kırk gün boyunca ölüler böylece bir yakınından öteki yakınına gezdirildikten sonra kazılan mezara gömülmektedir” (Heredot, Tarih;73). Türklerde araba ile ölünün gömüleceği yere kadar taşınması âdeti günümüzde dâhil devam ettirilmektedir. Özellikle yüksek rütbeli askerlerin cenazeleri araba ile taşınmaktadır. Anadolu’da da ölünün araba ile taşınıp, yaşadığı yerlerde gezdirilmesi, evinin önünden geçirilip daha sonra gömülmesi İskitlerden yadigâr kalan bir adettir.
  • Mezar odasının üst kısmı üzerindeki toprak tabakasına tahammül edebilecek şekilde birkaç kat daha tomruklarla tahkim edilir ve bunun üzerine de ham toprak serilir, ham toprağın üzerine de taşlar yığılırdı. Atlar insanlara mahsus bu mezar odasının dışına gömülürdü (Ögel,1984,64).

Yukarıda sıralanan maddelere dayanarak karşılaştırmaya başlayabiliriz.

Görsel 2

Yukarıdaki resim Kıbrıs’ta Gazimağusa’da bulunan bir kral mezarının uzaktan görüntüsüdür. Kazı çalışması için bir giriş kapısı açılmış ve içine girilmiştir. Bu giriş kapısının açılmadığını farz edersek, mezar odasının üzerine yığılmış toprak ile tepe görüntüsü vardır. Tıpkı aşağıda örneği verilen Issık Kurganı gibidir.

Görsel 3
Görsel 4

Yukarıdaki resim Kıbrıs’ta Barnabas Kilisesi’nin müze salonunda sergilenen, mezarın iç kısmını gösteren bir makettir. Uzaktan tepe gibi görünen mezarın iç kısmıdır. Aşağıdaki çizim ise klasik bir Türk kurganının iç kısmını anlatır. İkisinin de iç ve dış kısımları nerdeyse aynı şekilde tasarlanmıştır.  Ortada bir mezar odası vardır, etrafı taş ya da kayalarla çevrilmiştir. Dikdörtgen, kare ya da dairesel olabilir. Daha sonra ise üstlerine toprak yığılmış ve tepelenmiştir.

Görsel 5: Klasik Türk kurganının çizimi ve katmanları
Görsel 6

Yukarıdaki görsel Kıbrıs’ta Gazimoğusa’da açılmış diğer mezardır. Mezar odası, taşlarla çevrilmiş çit, mezar odasının hemen önüne gömülmüş atlar bulunmaktadır. Ölü ile birlikte atların da gömülmesi, özellikle mezar odasının içine değil de dışına ve sola yatık bir şekilde gömülmesi Türklerde görülen bir adettir. Aşağıdaki görsel ise gömülen atların yakın çekimidir. Sola yatık bir şekilde gömülmüşlerdir.

Görsel 7
Görsel 8

Yukarıdaki görsel Kıbrıs’ta, mezarlardan çıkan eşyaların sergilendiği Barnabas Müzesi’nde sergilenen bir araba taklididir. Açılan kurganlarda arabanın ve tekerleklerin kalıntısına benzetilerek yapılmıştır. Bu araba basit bir düzeneğe sahiptir. Tekerlek ve tahta çubuklardan oluşur. Tıpkı Pazırık kurganındaki kalıntılara benzemektedir. Sadece ölü taşımak için kullanılır. Türk kurganlarının da yakınında bu tarz araba kalıntılarına rastlanılır.

Pazırık Kurganı III. de; “Mezar kısmı üzerindeki ağaç kütüklerinden başka alternatif olarak yerleştirilmiş taşlar ve kaya parçalarıyla da korunmuştu. Bu taş tabakalar arasında tahta kürek, tahta kamalar, ahşap yedi tekerlek ve bir arabanın kalıntıları da bulunmuştur” (Çoruhlu,2016;139).

Pazırık Kurganı V.de; “Herhangi bir metal kısmı bulunmayan ahşap dört tekerlekli zarif bir araba atlarla birlikte bulunmuştur. Araba tahta çubuklarla yapılmış ve üzeri keçe ile kaplanmıştır” (Çoruhlu,2018;143).

  • Kıbrıs’ta çeşitli kazılarda ortaya çıkarılan objelerin üzerindeki desen ve motiflerin, Altay Bölgesi’nde kurganlardan çıkarılan objelerin üzerindeki desen ve motiflerle aynı olması.

Kıbrıs’ta bugüne kaçar farklı ülkelerin farklı misyonları sebebiyle birçok kazı çalışması yapılmıştır. 1921-1937 yılları arasında Kıbrıs’ta Neolitik Devirle ilgili ilk kazı çalışması yapanlar İsveçlerdir. “İsveç Arkeoloji Seyranı” adlı kazı ekibi başkanı Einar Gjerstad, daima Yunan medeniyeti ile başlatılan Kıbrıs tarihini Neolitik Çağa kadar götürmüştür. İsveçli ekip tarafından Kıbrıs’la ilgili ilk kez 12 ciltlik bilimsel bir yayın çıkar. Kıbrıs Neolitik Dönemi ile ilgili başka bir çalışma yapan Fransız arkeolog Porphyrios Dikaios’tur. Ünlü Khirokitia yerleşim yerinin kâşifidir. Bir başka Fransız arkeolog olan Masson da adada araştırmalar yapmış, runik yazılı bazı eserler, kaya resimleri bulmuş ve kitabına bunların çizimlerini aktarmıştır. 1980 yılında da Alan Simmons başkanlığında Akrotiri yarım adasında kazılar yapılmıştır. Bunların dışında ABD’li, İngiliz araştırmacılar da kazılar yapıp çıkan eserleri götürmüşlerdir. Demir Çağına ait eserlerin görsellerini Metropolitan Müzesi’nde görebilmekteyiz.  Orada da söz konusu eserin sadece Kıbrıslı olduğu bilgisi var fakat hangi kazı çalışması sonucu çıktığı hakkında bilgi verilmemektedir. Çalışmamızın şah damarını oluşturan kral mezarı ve kurgan karşılaştırılması tarih olarak Metropolitan Müzesi’ndeki eserlerle aynıdır. Aynı yıllar arasında, Demir Çağında ortaya çıkmışlardır. Sonuç olarak kurganlar ve bu eserler, coğrafya ve zaman açısından paralellik gösterirler. Bu da çalışmamızı daha geçerli kılar. Söz konusu nesnelerin şekilleri, üzerindeki desen ve motifler Altaylardaki kurganlardan çıkan eserlerde de yer almaktadır.  Özellikle Pazırık Kurganlarından çıkan nesnelerin üzerindeki motiflerle birebir benzemektedirler. Bu motifler genel olarak şunlardır;

  • Turna kuşu
  • Lotus çiçeği
  • Geyik veya geyikler
  • Hayat ağacı
  • Kanatlı pars
  • Oz damgası (yıldız çarkı)

Bu motifler Neolitik devirlerden itibaren her çağda kendini göstermiştir. Ön-Türklerin kavram dünyaları, inançları, yaşam tarzları hakkında yorum yapmamızı sağlar.

Eski Türkler için gökyüzü Tanrı ile eş değerdir. Gökyüzün ulaşmak Gök Tengriye ulaşmaktır. Dolayısıyla da kutsaldır. Gökyüzünde bulunan gök cisimleri, yıldız kümeleri, ay, güneş vb. hepsinin Türklerin hayatında mühim yerleri vardır. Gökyüzünde uçan kuşlar da kutsal kabul edilmiş ve mitlerde, destanlarda, sözlü ve yazılı kültürde yerini almıştır. Kuşlar içerisinde hem yırtıcı olanlar hem de diğer su kuşları önemlidir. Her biri birer motif ve semboldür. Kartal, tuğrul, doğan,  atmaca gibi yırtıcı kuşlar boyların, devletlerin sembolleri olarak kullanılmışlardır. Kaz, leylek ve turna gibi kuşlar ise daha ulvi, mukaddes ve kutsal atfedilmişlerdir. Bu sebepten de “don değiştirme” adı verilen bir geleneğin içerisinde bu kuşlar yer almışlardır. Don değiştirme geleneğini Antik Çağlardan İslamiyet’in kabulünden sonraki velilerin yaşamlarına kadar görebilmekteyiz. Antik Çağlardan günümüze kalan eserlerin üzerinde kuş donuna girmiş aslan, pars, at gibi hayvanların resmedildiğini görüyoruz. Türk tasavvufunda ise Ahmet Yesevi’nin turna donuna, Hacı Bektaş Veli’nin güvercin donuna; Abdal Musa’nın ise geyik donuna büründüklerini görüyoruz. Her ikisi de aslında mistik duyguların sonucudur. 

            Su kuşlarının kutsallığını Eski ve Çağdaş Türklerin sözlü-yazılı eserlerinde görebilmekteyiz. Eski ve yeni Türk lehçe ve ağızlarında turna adı ile bilinen kuş, Totemizm ve Şamanizm gibi inançların görüldüğü devirlerden itibaren bugüne kadar ananede kendini muhafaza etme gücüne sahip bir ilah, bir sembol ve motif olarak yaşamıştır (Elçin,1997;11). Başlı başına bir çalışma alanı olan bu konuya çalışmamızda, üzerinde turna kuşu motifi olan Kıbrıs’ta çıkarılan nesneler çerçevesinde ele alınacaktır.

Görsel 9
 

            Görsel 9, Metropolitan Müzesi’nde bulunan 74.51.447 numaralı Kıbrıs’ta çıkarılan bir eserdir (M.Ö.850-750). Bir kül kabı işlevi gören bu eserin kendisi turna kuşudur. Bunu uzun boynundan, boyun kısmındaki halkalardan ve göz yapısından kolayca anlayabiliyoruz. Kabın üzerinde oz damgası ve ruhun göğe yükselişini anlatan bir işaret bulunmaktadır.

Türklerde, ölü gömme adetleri içerisinde ölü yakma âdetinin var olduğunu görmüştük. Yakılan kişinin külleri turna kuşu formunda yapılan kül kaplarına konulur. Çünkü turna kuşu Türklerce kutsaldır ve masumiyeti ifade eder. Kabın üzerinde bulunan oz damgası (Yıldız çarkı) ise Tanrı’ya ulaşmayı anlatır. Kişinin ruhu ozlaşarak, Tanrı’dan gelerek Tanrı’ya döner.

Görsel 11
Görsel 10

Görsel 10, 74.51.498 numaralı (M.Ö.850-750), yıldız çarklarıyla süslenmiş bir eserdir. Görsel 11, 74.51.514 numaralı eser (M.Ö.850-750) ayakları havada bir turna kuşu ve yıldız çarkı ile süslenmiştir. İki eser de Kıbrıs’ta çıkarılmıştır.

Görsel 13
Görsel 12

          Görsel 12, Pazırık kurganından çıkarılan halının üzerindeki oz damgası ve Görsel 13, Cengiz Han’ın mühründeki oz damgasıdır. Sivas’a geldiğinde şehri mühürlemiştir.

Görsel 15
Görsel 14

Görsel 14, 74.51.502 numaralı (M.Ö.750-600) eser üzerinde turna kuşları ve hayat ağaçları resmedilmiştir. Görsel 15, 74.51.740 numaralı (M.Ö.600-480) eserde de hayat ağacı motifi göze çarpmaktadır.

Ağaç, Türklerde kutsal kabul edilir. Özellikle kayın ağacı, kurganlarda kullanılması sebebiyle dikkat çeker. Ölü gömme adetleri içerisinde, ölünün kayın ağacının parçalarının arasına konularak gömülmesi, ağaç kütükleriyle çevrilmiş ve üzeri kapatılmış mezar odası gibi adetler de bunu kanıtlamaktadır. Örnek olarak Altay bölgesindeki Başadar Kurganı’nda yerin altı metre altında ağaç kütüğünden yapılmış basit bir mezar odası bulunmuştur. Burada iki ağaç lahitten birinde bedeni mumyalanmış bir erkek cesedi diğerinde ise mumyalanmış bir kadın ceketi bulunmaktaydı. Kadın lahitinin kapağı yüzeyinde spiral turuncu renkli desenlerden ibaret sade bir süsleme bulunurken, erkek lahitinin kapağında, oymak suretiyle yapılmış, soldan sağa doğru ilerleyen dört kaplan, iki erkek vahşi domuz, iki dişi boynuzsuz geyik, üç tane erkek dağ keçisi resmi vardı. Lahitin güney kısmında ise dört kaplan tasviri bulunmaktaydı” (Çoruhlu,2018;148). Pazırık kurganlarında da bu ağaç kütüklerinden yapılan mezarlara sıkça rastlanır.

 İslamiyet’ten önceki Türkler, kayın ağacı sayesinde gökyüzü ile bağ, akrabalık bağı kurduklarına inanırlardı. Günümüzde de “kayın” kelimesinin akrabalık ilişkisi belirttiğini biliyoruz. Kayın ağacının kökü yer ile dalları ise Kutup Yıldızına (Demir Kazık) uzanarak gök ile bağ kurardı. Yıldız kelimesinin kelime manalarından birinin de “kök” olmasının sebebi yüksek ihtimal bu eski Türk inancından ileri gelmektedir. Bu bağ sayesinde şamanlar Tanrıya ulaşırlardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ozlaşırlardı. Dolayısıyla kül kaplarının üzerinde hayat ağacı, oz damgası ve turna kuşunun olması şaşırtıcı değildir. Ölen kişinin ruhunun tanrıya ulaşması için mükemmel bir kompozisyon oluşturulmuştur.

            Hayat ağacı motifi, Altaylardan tüm Avrasya coğrafyasına yayılmıştır. Yüzyıllar içerisinde korunarak günümüze kadar gelebilmiştir. Selçuklu mimarisinde, Çuvaşistan’ın bayrağında, şaman davullarının üzerinde, Kırgız çadırlarında, Anadolu’da kilimler üzerindeki desenlerde ve bunlara benzer daha birçok yerde kendini göstermeye devam etmiştir.

Görsel 16.  Anadolu’da dokunan kilimler üzerindeki çeşitli hayat ağacı motifleri

 

Görsel 18. Yakutiye Medresesi Hayat Ağacı Motifi
Görsel 17. Selçuklu Mimarisinde Hayat Ağacı

 Görsel 19, 74.51.540 numaralı (M.Ö.850-750) Kıbrıs’ta bulunan eser de Metropolitan Müzesindedir. Üzerinde geyik ve oz damgası (Yıldız Çarkı) motifleri bulunmaktadır. Geyik, Altaylarda yaşayan Türkler için kutsal bir hayvandır. Hem binek hayvanı olarak hem de beslenmek için o coğrafyada bulunan nadir bir türdür. Tıpkı günümüzde Dukha Türklerinde olduğu gibi. Neolitik Çağlardan itibaren kayaların ve çeşitli nesnelerin üzerinde geyik çizimlerine sıkça yer verilmiştir. Altay Maralı olarak da bilinen bu geyik çizimlerine Pazırık Kurganlarında da görmekteyiz.
Görsel 19

            Pazırık Kurganı I’de kurban edilen atların başlarına geçirilmiş maskeler vardı. Bunlardan özellikle “geyik başı” şeklinde olanı dikkat çekmektedir. Diğer Pazırık Kurganları’nda ve başka kurganlarda da geyik figürlerine rastlanır.

Görsel 20                                                                   Görsel 21

Görsel 20 Pazırık Halısı’nın geyik figürü olan bir kısmı, Görsel 21 ise yine Pazırık Kurganları’ndan çıkan geyikler, hayat ağacı ve lotus çiçeklerinden oluşan bir figürdür. Lotus Çiçeği,  Türklerde ölüm ve yaşam anlamına geliyordu. Bu sebepten Kıbrıs’taki kül kaplarının üzerinde çıktığı gibi çeşitli kurganlarda da motif olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki Lotus çiçeğinin bir diğer adı “Hun Gülü” dür.

Görsel 22                                               Görsel 23
 Görsel 24, 1972.118.138 numaralı, Kıbrıs’ta çıkarılan Metropolitan eseridir. M.Ö.625 olarak tarihlendirilmiştir. Üzerinde turna kuşu, boğalar, kanatlı bir pars (kuş donuna girmiş) resmedilmiştir. Kuş donuna girme İslamiyet’ten önce de sonra da Türk kültüründe görülen bir hadisedir. Kuş donuna girmiş aslan, pars, geyik figürleri Altay Kurganlarında çıkarılan eserler üzerinde de mevcuttur. Kazakistan, Issık Kurganında bir eserin tasviri, Kıbrıs’ta çıkan bu eserle çok benzemektedir; 

Görsel 22, 74.51.503 numaralı, Kıbrıs’ta çıkarılan eserdir. Üzerinde turna kuşu, turna kuşunun sırtından doğan bir lotus çiçeği ve ruhun yükselmesini anlatan bir ok işareti görülür. Görsel 23, 74.51.510 numaralı, Kıbrıs’ta çıkarılan eser de ise yine turna kuşu, lotus çiçekleri, geyik figürü yer almaktadır.

Görsel 24

                                                                                    

Kazakistan, Esik Kurganı (Issık Kurganı)’ndan; “Cesedin başında üzerinde altından yapılmış tasvirlerin aplike olarak yer aldığı külah şeklinde bir deri başlık bulunmaktadır. Başlığın tepesinde bir hayvan (dağ keçisi) heykelciği yer alır. Ayrıca başlığın üzerinde ok uçları, altın yapraklar, üçgen dağ sıraları üzerinde dünya ağacında kuşlar, bazıları kanatlı parslar, dağ keçisi gibi mitolojik ve sembolik açıdan önemli olan hayvan tasvirleri vardır. Yine başlığın önünde kanatlı dağ keçisi ve karşılıklı yerleştirilmiş atlardan oluşan bir kompozisyon bulunmaktadır” (Çoruhlu,2018;204-205).

4.Kıbrıs Hece Yazısının Göktürk Alfabesi ile Anlamlı Okunabilmesi

Kıbrıs adasının Demir Çağında (M.Ö. 1050-325) farklı etnik grupların birlikte yaşadığı bilinmektedir. Ada bu dönemde on otonom bölgeye ayrılmış ve 3 farklı dil konuşuluyordu. Bunlar, Grekçe, Fenikece ve “Eteocypriot” veya “Original Cypriot” olarak adlandırmışlardır (Gözlü,2011;272).

Kıbrıs’ta İ.Ö. 8. yy.dan İ.Ö. 3. yy.ın sonlarına kadar görülen, heceye dayalı bir yazı sistemi kullanılmıştır. Kıbrıs Hece Yazısı’yla yazılmış belgeler bilinen formuyla 7. yüzyıldan 3. yüzyılın sonuna değin tüm adaya yayılmış şekilde görülür. Yazıtlar genellikle Paphos, Ranthidi, Marion, Kourion, Soloi, Idalion, Khytroi, Golgoi ve Salamis’ten çıkmıştır. Yazı sistemi beş sesli harf (a, e, i, o, u) ve bu sesli harflerle birleşerek bir hece oluşturan on iki sessiz harften (k, l, m, n, p, r, s, t, w, x, y, z) meydana gelmiştir. Bu yazı sisteminde, yazıtlar aracılığıyla tespit edilebilmiş 56 farklı hece işareti kullanılmıştır. Kıbrıs Hece Yazısı adanın geneline yayılmıştır. Ancak adadaki yerleşim yerlerine göre hece işaretleri farklılıklar gösterir. O. Masson 1963 yılında o zamana kadar belgelenen yazıtları ICS şeklinde kısaltılan “Les Inscriptions Chyprotes” adlı eserinde toplamıştır (Yıldız,2013;17-18). Kıbrıs Hece Yazısı’nın ve Masson’un çalışmasının bizim çalışmamız için önemi şudur; adada bulunan mezarların ve çıkarılan eserlerin aynı yüzyıllar arasında oluşturulmasından ileri gelmektedir. Bu yüzyıllar da İskit uygarlığının altın çağlarını ve geniş bir coğrafyaya yayıldıkları zamanı işaret etmektedir. Zaten Kıbrıs’ta çıkarılan eserler üzerindeki motifler, desenler ve kurganların benzerliği de bize İskitleri işaret etmektedir.

 Araştırmacı Mehmet Turgay Kürüm, Masson’un çalışmasındaki sembollerden yola çıkarak çözülemeyen bu Kıbrıs Hece Yazısı’nı bugüne kadar en mantıklı şekilde okuyan kişi olmuştur. Masson’un cetvelinde verdiği sembollerin Göktürk Alfabesi’nde karşılığını bulan Kürüm, bu yazıyı Türkçe sesler vererek okuyabilmiştir. Bu okuma çalışmalarını Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin 2019 yılında düzenlemiş olduğu Uluslararası Kıbrıs’ta Osmanlı İmparatorluğu Öncesi Türkler Sempozyumu’nda bilim evrenine sunmuştur.

Görsel 25. Masson’un sembol cetveli

Yukarıdaki cetvelde adanın birçok yerinde rastlanan sembollerin farklı halleri mevcuttur. Aşağıdaki görsel de ise M. Turgay Kürüm, Göktürk Alfabesindeki sembollerle Masson’un cetvelindeki sembollerin karşılaştırmasını yaptığını görüyoruz. Bu karşılaştırma sonucunda birebir aynı olan 19 ses bulmuştur. Diğerleri ise o seslerin üzerine, altına, ortalarına konulan çizgilerden oluşan değişik sürümleridir. Okuma çalışması yapılırken bu farklı sembollerin de Türkçede ünlü seslerin ince, kalın, yuvarlak gibi versiyonları için kullanıldığını göreceğiz.

Görsel 26

Görsel 27
Yan taraftaki kap ve üzerindeki yazı Masson’un kitabından alınmıştır. Kabın formuna bakarsak Metropolitan Müzesi’ndeki Kıbrıs eserlerine bir hayli benzediğini görebiliriz. M. Turgay Kürüm kap üzerindeki yazıyı Türkçe ses değerleriyle şöyle okuyabilmiştir; “Andakatung teki”, günümüz Türkçesine çevirisi; “Andahatun misafir” (Kürüm,2020;15-29 ).

Kürüm, ikinci olarak Resim 28’de görülen kabın üzerindeki yazıyı şu şekilde okumuştur;  “İki oklıtı ödür”, günümüz Türkçesine çevirisi “iki üretim üstün” şeklindedir (Kürüm,2020;15-29 ).Kürüm, çalışmasında bu yazıları nasıl okuduğunu ayrıntılı olarak açıklamıştır. Okuduğu bu kelimeleri Eski Türkçenin çeşitli sözlüklerinde karşılığını bulmuş ve anlamlandırmıştır.  

           

Görsel 28

Bu iki okuma çalışmasının dışında Sayın Kürüm, 2021 yılında ASBU tarafından düzenlenen 450. Yılında Kıbrıs Uluslararası Sempozyumu’nda bir okuma çalışması daha yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir.

Sonuç

Günümüzde Türk tarihi ile ilgilenen bilim insanlarının, Türklerin anayurdu ile ilgili iki görüşü vardır. Birincisi Türklerin anayurdunun Yenisey-Lena havzası olduğunu kabul edip oradan bütün Avrasya coğrafyasına yayıldığı görüşüdür. En çok kabul gören görüş budur. İkinci görüş ise Türklerin ilk anayurtlarının Anadolu (Ön Asya) olduğu buradan Altaylara doğru göç edilip tekrar Anadolu’ya doğru geri gelindiği görüşüdür. Her iki görüş de kesinleşmemiş olup ilerleyen zamanlarda yeni arkeolojik veriler ışığında kesinleşecektir. Bu çalışmayı ilgilendiren kısım ise ister Avrupa’dan ister Anadolu’dan ister Afrika’dan olsun Antik Çağ’da Kıbrıs adasında Türklerin izlerini görebilmemizdir.  Bu kanallardan en kesin olanı Anadolu ya da Afrika kanalıdır. Tarihi vesikalar, arkeolojik buluntular Kıbrıs Adası ile bu kara bağlantılarını göstermektedir. Ancak hangisi daha eskidir diye bakıldığında Anadolu ile Kıbrıs adası arasındaki bağın daha eski olduğunu arkeolojik veriler göstermektedir. Bu geniş Avrasya coğrafyasına Antik Çağlardan itibaren Kıbrıs’ın da katılması gerekmektedir. Kıbrıs’ta Gazimoğusa şehrinde bulunan mezar buluntularının çok azının açılması ve kazı raporlarının da olmamasına rağmen bu mezarların yapı olarak Türk kurganlarına benzemesi sebebiyle bir karşılaştırma yapılmıştır. Bu karşılaştırma neticesinde mezar odaları, odaların önüne gömülen kurban edilmiş atlar, mezarın iç ve dış yapısı, çevresi itibariyle Türk kurganlarına benzerliği ortaya konulmuştur. Yeni açılacak mezarlar ve yapılacak kazı çalışmaları bize daha çok yol gösterecektir. Özellikle İskitlere ait kurganlara benzerliği üzerinde durulmuştur. Bunun sebebi ise İskit kurganlarından çıkan birtakım nesneler üzerindeki resimler ve sembollerin Kıbrıs’ta bulunan Antik Çağdan kalmış eserler üzerinde de görülmesi ve aynı tarih aralığına denk gelmesidir. Türk geleneğinde ve kurganlardan çıkan eserler üzerinde bulunan “turna kuşu, hayat ağacı, yıldız çarkı, lotus çiçeği, geyik, kuş donuna girmiş yırtıcı hayvan” motiflerinin Kıbrıs’ta da varlığını göstermesi. Aynı zamanda Kıbrıs Demir Çağında kullanılan, adanın yerli dili olarak kabul edilen Kıbrıs Hece Yazısıyla yazıldığı düşünülen bazı yazıların Göktürk alfabesiyle anlamlı okunabilmesi bize Kıbrıs’a Altaylardan uzanan Türk izlerinin varlığını kanıtlamaktadır.

Kaynakça

BİROL İ.- DERMAN F.,“Türk Tezyîni Sanatlarında Motifler” , Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2005.

ÇORUHLU, Yaşar, Eski Türklerin Kutsal Mezarları ve Kurganlar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016.

ÇORUHLU, Yaşar, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi-1, 3.Baskı, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2019.

ELÇİN, Şükrü, Halk Edebiyatı Araştırmaları-1, “Türk Halk Edebiyatında Turna Motifi” adlı makale, Akçağ Yayınları, Ankara, 1997:63-75.

ESİN, Emel, Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında İkonografik Motifler, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2003.

ESİN, Emel, Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2003.

GÖNER, Göksu, Türk Destanlarında Kuş Figürü, Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi,  Cilt 2, Sayı 4, Temmuz 2020:273-286.

GÖZLÜ, Ahmet, Kıbrıs Eskiçağı ve Jeopolitiği, Selçuk Üniversitesi, Tarih Anabilim Dalı, Eski Çağ Tarihi Bilim Dalı, Doktora Tezi, Konya, 2011.

GRAKOV, B.N., İskitler, Selenge Yayınları, İstanbul, 2006.

GÜRGEN, İlknur, M.Ö.2.Bin Yılda Kıbrıs, Tarihte Kıbrıs İl Çağlardan 1960’a Kadar,  Ekim/ 2017: 13-29.

GÜLENSOY, Tuncer, M.Ö.4500M.S.XIII. Yüzyıllar Arasında Barbar Türkler, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011.

GÜNERİ, Semih, Türk – Altay Kuramı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2018.

KÜRÜM, M. TURGAY, Kıbrıs’ta Bulunan Eteocyprıot Yazısı (Kıbrıs Hece Yazısı) Diye Adlandırılan Yazıtlarla İlgili Türkçe Okuma Önerileri, Kıbrıs’ta Osmanlı Öncesi Türkler Sempozyumu I. Uluslararası Bildiri Tam Metin Kitabı, Lefkoşa, Mayıs 2019: 15-29.

MASSON, Oliver, Les Inscrıptıons Chyprıotes Syllabıques, Paris Edıtıons E. De Boccard, 1983.

ÖGEL, Bahaeddin, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1984.

ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2010.

ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014.

ŞEVKETOĞLU, Müge, M.Ö.8. Binde Anadolu ve Kıbrıs İlişkileri: Akanthou / Tatlısu Kurtarma Kazısı, Anadolu / Anatolia 30, s.111-118, 2006.

TARCAN, Haluk, Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı Resmi Tarihin Çöküşü, İstanbul, 2003.

YILDIZ, M. Ertan, Kıbrıs Hece Yazısı, Eskiçağ Yazıları 5, Akron Eskiçağ Araştırmaları, Akdeniz Üniversitesi Akdeniz Dillerini ve Kültürlerini Araştırma Merkez Dizisi 7, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2013

Resimlerle İlgili Açıklamalar

Resim 1: https://www.facebook.com/permalink.php?id=740054019406817&story_fbid=3166611910084337

Resim 2: Mehmet Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 3: https://tr.wikipedia.org/wiki/Esik_kurgan%C4%B1

Resim 4: Mehmet Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 5: KUTLU,Mehmet-KUTLU,Leyla, Berel’deki 11. Kurgan ve Pazırık Kültürü, Sanat Tarihi Dergisi, Nisan, 2020,s.173-207.

Resim 6: Mehmet Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 7: Mehmet Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 8: Mehmet Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 9: Metropolitan Müzesi, 74.51.447 numaralı eser.

Resim 10: Metropolitan Müzesi, 74.51.498 numaralı eser.

Resim 11: Metropolitan Müzesi, 74.51.514 numaralı eser.

Resim 12: https://tr.wikipedia.org/wiki/Paz%C4%B1r%C4%B1k_hal%C4%B1s%C4%B1

Resim 13: https://twitter.com/hhakkikahveci/status/1318570328944267264

Resim 14: Metropolitan Müzesi, 74.51.502 numaralı eser.

Resim 15: Metropolitan Müzesi, 74.51.740 numaralı eser.

Resim 16: https://uqusturk.wordpress.com/2011/05/09/anadolu-motifleri/

Resim 17: https://okuryazarim.com/anadolu-selcuklu-sanatinda-ejder-figuru/

Resim 18: https://okuryazarim.com/anadolu-selcuklu-sanatinda-hayvan-ikonografisi/

Resim 19: Metropolitan Müzesi, 74.51.540 numaralı eser.

Resim 20: https://tr.wikipedia.org/wiki/Paz%C4%B1r%C4%B1k_hal%C4%B1s%C4%B1

Resim 21: https://www.flickr.com/photos/genel-trk-tarihi/6817052185/

Resim 22: Metropolitan Müzesi, 74.51.503 numaralı eser.

Resim 23: Metropolitan Müzesi, 74.51.510 numaralı eser.

Resim 24: Metropolitan Müzesi, 1972.118.138 numaralı eser.

Resim 25:M. Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 26:M. Turgay Kürüm Arşivi.

Resim 27: MASSON, Oliver, Les Inscrıptıons Chyprıotes Syllabıques, Paris Edıtıons E. De Boccard, 1983, s.341.

Resim 28: MASSON, Oliver, Les Inscrıptıons Chyprıotes Syllabıques, Paris Edıtıons E. De Boccard, 1983, s.274.

Kaynak: https://www.academia.edu/52864703/Altaylardan_K%C4%B1br%C4%B1sa_Uzanan_T%C3%BCrk_%C4%B0zleri_Makale

Yorum bırakın